Bu Blogda Ara

16 Kasım 2010 Salı

Hayallerimiz tadında bir bayram

Geçen akşam Ye Dua Et Sev adlı bir film seyrettik. Bizim pek öyle film seyretmeye lüksümüz olmaz ama oğlumuz tüm gün uyumadığından erken yatmaya karar vermiş bizde bundan yararlanmaya. Film Elizabeth Gilbert’ın anı kitabı “Eat Pray Love/Ye Dua Et Sev” den uyarlanmış bir filmdi. Kitap 2006 yılında, yayımlanır yayımlanmaz büyük ses getirmiş ve tam 40 dile çevrilmiş, 10 milyondan fazla satmış. Başrolünde ise kitabın da en büyük hayranlarından Julia Roberts yer almakta idi. Güzel yıldız yaşlanmış. My Best Friend's Wedding ya da Pretty Woman'da ki şirin, sempatik, tatlı genç kız gitmiş yerine orta yaşlı alımlı ve güzel bir kadın gelmiş. Buna aslında şaşırmamak gerek, Özel Bir Kadın'dan bu yana dile kolay tam 20 sene geçmiş. Ekranda orta yaşlı kadınla karşılamak beni oldukça etkiledi zira bana geçen zamanı hatırlattı. Öyle ya zaman yalnızca onun için değil benim için de geçmekte idi. Günlük hayatın hızlı koşuşturmacası içersinde insan zamanın nasıl geçtiğini pek anlamıyor. Geçen akşam olduğu gibi bazen seyrettiği bir filmdeki yıldızdaki değişimi fark ettiğinde anlayabiliyor zamanın nasıl da hızlı geçtiğini.

Kötü biten bir evlilik sonrasında yürünmeyen bir ilişki ve kendini bulmak, hayatın dengesini keşfetmek için yapılan 3 seyahat. Filmin odaklandığı ve yolculuklara sebep olan başarısız ilişkiler ve bunun Liz'deki sebep olduğu travmalar o kadar hızlı anlatılmış ki (ilk 5-10 dakika sonunda ilk yolculuğuna çıkmıştı bile) bence filmin kitaba göre (okumadım ama eminim ki bu can alıcı ve filme hayat veren bölüm bu kadar hızlı geçmemiştir) yetersiz yanıydı.

Yemek için gidilen İtalya, dua etmekten başka zaten yapacak bir şey olmayan Hindistan ve sevmek için gidilen egzotik bir cennet Bali (Endonezya). Eski Türk fimleri tadında da bir son.

Filmin üçte biri İtalya'da geçiyordu ve yalnızca bu bile filmi beğenmem için yeterliydi. İstanbul dışında yaşayabileceğim hatta yaşamak istediğim tek bir ülke var o da İtalya'dır. Arya ve operalar, pizza, amaretto'lu espresso, limoncello, karafta kırmızı şarap, Venedik, Floransa, Aşıklar çeşmesi, İspanyol merdivenleri, Verdi, Vivaldi, uzun ve neşeli yemek masaları, yüksek sesli sohbetler, kahkahalar, yavaş ve bir o kadar keyifli hayat, mahalle baskısız din motifli bir düşünce yapısı bu ülkeyi sevmemi sağlayan unsurlardan yalnızca bir kaçı. İtalya bölümü filmde oldukça güzeldi.

Diğer beğendiğim bir nokta da kendisi için, hayalleri için, dengesi için yapılan seyahat kararlarıydı. İnsan hayallerinin peşinden mutlak surette koşmalı. Hayata tutunmanın belki de yeter şartı. Başımızı kaldırmalı ve hayallerimizi tanımlamalı ve sonrasında da hayata geçirebilmeliyiz. Ben bugüne kadar hep kolay yolu seçmiş ve yapamadığım ya da problematik her bir olayda başkasını suçlamış bir insanım. Özellikle eşim bundan nasibini oldukça almıştır. Oysa ki her insan hayatından, eylemlerden, düşüncelerinden sorumludur. Verdiği kararlar, tercihler kişinin hep kendi sorumluluğundadır. Hayallerimize ulaşmak yalnız bizi ilgilendirir, yalnız bizim sorumluluğumuzdadır, bir başkasının değil. Yapamadık diye, ulaşamadık diye illa biri suçlanacak ise bu kendimiz olmalı. Ben de bu sıralar bu fikirsel dönüşüm için yoğun çaba harcıyorum. Yılların alışkanlığı ve tersi çok kolay uygulanabiliyor olmasında da oldukça zorlanıyorum ama başaracağım, biliyorum çünkü bir kere karar verdim.

Hayalleriniz tadında bir bayram geçirmeniz dileklerimle ...

0 yorum:

Yorum Gönder